Hz. isa’nın var gücüyle kaçtığını gören bir adam merak edip peşine düştü. Zar-zor, nefes nefese ona yetişti ve sordu: “Arkandan kimse kovalamıyor, neden böyle kaçıyorsun?” Hz. İsa cevap vermeden yeniden kaçmaya başlayınca adam bağırdı: “Peşinden gelecek takatim kalmadı. Allah rızası için dur da söyle, seni ne kaçırıyor, çok merak ettim.” Hz. İsa durdu ve adama yanına gelmesini işaret etti. Adam yaklaşınca, “Evet, arkamdan kovalayan yok ama, biraz önce ahmağın birine rastladım, şimdi ondan kaçıyorum” dedi. Adam, hayreti artmış bir şekilde sordu: “Körlerin gözlerini, sağırların kulaklarını açan, topraktan kuşlar yapıp canlandıran, nefesinle ölüleri dirilten sen değil misin?” Hz. İsa, “Evet, Allah’ın izniyle benim” dedi. Adam: “Peki bu kadar mu’cizeye sahipken korkman ve kaçman neden?” Hz. İsa cevap verdi: “îsm-i Âzam’ı köre okudum, gözleri açıldı; sağıra okudum, işitmeye başladı; ölüye okudum, dirildi; cansıza okudum, canlandı. Fakat ahmağa okudum, fayda etmedi. Hatta tekrar tekrar okudum, hiç etkisi olmadı. Onu taşlar kadar hissiz, kumlar kadar verimsiz gördüm. İşte ondan kaçmamın sebebi bu!”* Şimdi bu hikayeyi neden anlattık. Bizim Jack'in maceraları adlı yeni bir yazı dizisi başlatıyoruz. Bu dizide geçecek konular ileride işletme kitabının da içeriklerini oluşturacak. Bizim Jack yıllar önce Türkiye'ye gelip bu topraklarda kendini sevdirmiş ve aynı zamanda Türkiye'ye aşık olmuş bir Amerikalıdır. Çok büyük kurumsal şirketlerde çalıştıktan sonra yolu Türkiye'ye düşünce orta ölçekli Türk şirketlerinde çalışmaya başlamış. Uzun yıllar Türkiye macerasından sonra zihni o kadar çok anlamlandıramadığı konu olmuş ki bu konuları ajandasına not edip araştırmaya başlamış. "Nasıl oluyorda şirketlerde çok basit acemilikler sıradan bir şekilde yapılıyor" diye kendi kendine sorular sormuş. Ve bu işin psikolojisinin en derinliklerine inmeye karar vermiş.
İlk konu olarak "Başıboş Yönetim Kültürü"nü seçmiş. Bu kültürde birçok vaka gün içerisinde vuku bulabiliyor. Mesela;
-satın alma,
-karar verme,
-görüşme yapma,
-misafir ağırlama,
-seyahat etme,
-işe alma ya da çıkarma,
-terfi değiştirme,
-eğitim ayarlama,
-organizasyon yapma
gibi aşamalarda birçok departman arası bilgi alışverişi yapılmıyor ya da yapılamıyor.
Bir örnek verecek olursak, şirket bir şey satın alsın. Bu 'şey' ister somut ister soyut bir şey olsun. Bu şeyi satın almak isteyen bir yönetici o şeyin ilgili birimleri kimlerse önce onlara bir sunum yapıp görüş alışverişinde bulunur. Sonrada istişare ile bir karar verilir. Eğer bir şirkette ilgili departman yöneticileri -örneğin 8 kişi olsun- 2-3 kişi ile karar verilip diğer birim yöneticilerine danışılmıyorsa, o zaman bu şirkette "Başıboş Yönetim Kültürü" vardır diyebiliriz.
Başka bir örnekte ise, bir genel müdür Turkcell şirketinden üst düzey yöneticilerine bir randevu veriyor. Bu randevuda şirketi genel müdür ve bir yönetim kurulu üyesi temsil ediyor. Yalnız telekomünikasyon ve bilgi işlem departmanından asıl olması gereken sorumlu yöneticiler davet edilmiyor. Sonra bu görüşmeden sonra bir paket satın alınmasına karar veriliyor. Ertesi gün ise gelmeyen ilgili birim yöneticilerine mail atılarak bilgilendirme yapılıyor: "Lütfen bu konuda tüm desteklerinizi verin."
Şimdi bu dikkate alınmayan yöneticilerin iç dünyalarına yolculuk edelim ve ne düşündüklerini dinleyelim:
Birincisi, biz burada eşek başı mıyız! Neden biz çağrılmıyoruz. Bu etik bir davranış mı!
İkincisi, bir satın alma yapmışsınız. Hiç 'SWOT Analiz' yaptınız mı! Bize satın almadan önce danışabilirdiniz.
Üçüncüsü, eksik ve plansız bir satın alma yapıldıktan sonra giden paraya mı üzülürsünüz, işi gücü bırakıp yeni sistemi kurmak için ekstra sarfedilen zamana mı!
Dördüncüsü, bu yeni gelen sistem ile mevcut sistem uyum sağlayamaz. Bir süre sonra tekrar eski sisteme dönmeye birlikte istişare ederek karar alırız. Ve olan boşa giden paralarla bizim zamanımıza olur.
Beşincisi, en son yapılan toplantıda 'bir daha istişare etmeden karar almak yok' sözü gene unutulur. Ve buna benzer bir başka hikaye tekrar yazılır.
Son bir örnekte ise, bir başka tepe müdür, bir yemek organizasyonu yapar. Bu yemekte üst düzeyde yabancı davetli misafirler vardır. Yemeğe şirkette belli departmana yöneticileri davet edilirken, bazı birim yöneticileri davet edilmez. Bu duruma dışarıdan bakınca sebebi çok bellidir. Organizasyonu yapan yönetici sevdiği kişileri çağırırken, sevmediklerini çağırmıyordu. Halbuki iş yemeğinde, iş ile alakalı bir katılımda belirli yöneticileri çağırmamak onlara yapılan bir haksızlıktı. Bu bir ayrımcı davranış biçimidir.
Bu gibi yaşanmış hikayeler bizim Jack'i hayretler içinde bırakır. Jack zaman içinde anlar ki "Bu olanlar aslında bir kültür... Bu tarz yönetimi sergileyenler de illa ki kötü niyet olacak diye bir şey yok" diye anlar.
Ve o bu kültürü bir yemeğe benzetir. Bu kültür, öyle bir yemektir ki içinde; -profesyonel olmayan davranışlar -yetkisiz yetkili olmalar -saygısızlık -kibir -usulsüzlük -edepsizlik -etik dışında hareket etme -başıboşluk -iletişimsizlik -güvensizlik -cahillik -ciddiyetsizlik -koordinasyonsuzluk -tutarsızlık gibi birçok malzeme mevcuttur. Böyle malzemelerden yapılmış bir yemek sadece kişiye eziyet verir. Ve karın ağrısı yapar. Şimdi yazımızın başındaki hikayeye geri dönersek... Eski Türkçede baş "lider, reis, kafa" demektir. Başıboş ise "lidersiz, kafasız, başsız" anlamında bir kelimeye evrilmiş bir sözcüktür. Farsçada ise serseri kelimesi "başıboş" anlamında kullanılır. Serseri ser ve seri şeklinde iki kelimeden oluşmuş bir kavramdır. Ser "baş, beyin" demektir. Seri ise "ahmak, akılsız" demektir. Ayrıca serseri "belli bir işi ve yeri olmayan, durup dururken ona buna sataşan, kabadayı, beğenilmeyen davranışları olan, tutarsız kimse" gibi anlamlara da gelen bir terimdir.
"Başıboş Yönetim Kültürü"nün temelinde başsızlık, akılsızlık, lidersizlik yatar. Velevki bir şirkette yönetim kurulu ve yöneticiler olsa bile eğer başsız, akılsız bir şekilde yönetiliyorsa; o şirket başıboş, serseri tutum ve davranışları sergiler. Belirli kararları alıp uygulamalar yapabilir. Usul, edep ve erkana dikkat etmeyi ihmal eder.
Hz. İsa o kadar hastayı iyileştirmiş; ama ahmaklığın çaresini bulamamış. Ve kendisi o kadar çok bunalmış ki çareyi kendisini dağa bayıra vurarak koşmakta bulmuş. Bizler bu gibi olayları yaşadığımızda bazen koşarak, uzaklaşarak kafayı boşaltabiliriz. Ama geri döndüğümüzde gerçeklerle yüzleşip iletişim kanallarını kurmalıyız. Ahmaklığın çaresi var mıdır bilemeyiz. Ama iletişim kanallarını kurma, şeffaf haberleşme ve sistem üzerinden işlem yapma başıboş yönetim kültürüne darbe vurabilir.
Zeki Uyar
*:https://www.hikayelerimiz.com/ahmaktan-kacan-hz-isanin-hikayesi/
댓글